KALP KASAVETİ
KALP KASAVETİ
Süleyman Akyüz
“Allah kimin gönlünü İslâm’a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerinde değil midir? Allah’ı zikretmek hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun. İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler.”[1]
İbn-u Mes’ûd (r.a) diyor ki: Resulüllah (s.a.v)’e “Allah kimin gönlünü İslâm’a açmışsa” ayet-i kerimesi ile ilgili olarak sorduk ki; Ey Allah’ın Rasûlü (s.a.v)! Bir insanın gönlü nasıl açılır? Buyurdular ki: Nûr kalbe girince kalp genişler ve açılır. Bunun üzerine, “Bunun alameti nedir? Ey Allah’ın Rasûlü (s.a.v)!” diye sorunca şöyle cevap verdiler: “Ebediyet yurduna yönelmek, aldanma yurdu olan dünyadan geri çekilmek, ölüm gelmeden ölüm için hazırlanmak.”
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz kalbin genişleyip açılmasıyla ilgili olarak üç özelliği zikrettiler. Hiç şüphe yok ki bu özellikler kimde bulunursa o kimse kâmil imana sahiptir. Ahirete yönelmek; Allah (c.c.)’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından uzak durmakla olur. Çünkü cennet güzel amellerin karşılığı olarak ihsan edilecektir. Vakıa Suresinde cennet nimetlerinden bahsedilirken “Yaptıklarına karşılık olarak (verilir).”[2] buyrulmaktadır. Dünyadan geri çekilmek; dünya hırsından kurtulmak, dünya sevgisini kalpten çıkarmak, ahirette işe yaramayacak meşguliyetlerden uzak durup kanaat ehli olmak demektir. Ölüm gelmeden ölüm için hazırlanmak; takva sahibi olup her işi en mükemmel şekliyle yapmak ve şüpheli şeylerden uzak durmak demektir. Bu üç özellik; ölümü hiç unutmayan, dikkatlerini aldatıcı dünyadan ahirete çeviren ve dünyanın aldatıcılığını gören kimselerde bulunur. Bu da Allah’ın insanın kalbine yerleştirdiği nûr sayesinde gerçekleşir. Bu nûr ilâhi bir lütuftur.
Kalbin İslâm’a açılmasıyla alakalı olarak Enam Suresi 125. ayeti kerimede Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Allah kimi doğru yola hidayet etmek isterse onun kalbini İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.”
Ehli Sünnet uleması, delâlet ve hidayetin, yaratılma cihetinden Allah Teala’dan olduğuna hükmetmişlerdir. Kulun inanmaya da inkâr etmeye de gücü, eşit seviyede mevcut olduğundan, kalbinde bunlardan birine sürükleyecek bir meyil bulunmadıkça, kuldan inkâr yerine iman ya da iman yerine inkâr meydana gelmesi imkânsızdır. Allah (c.c.) bir kulun kalbinde imanın faydalı bir şey olduğu inancını yaratmadıkça, o kuldan iman beklenmesi muhaldir. Kalpte imanın faydalı olduğu inancı yaratılınca, o kalpte imana karşı bir meyil ve şiddetli bir istek meydana gelir. İşte kalbin İslâm’a açılması budur.
Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Allah kimin hakkında hayır dilerse, onu dinde fakih kılar.”[3]
Bir kimsenin İslâm konusunda derin bilgiye sahip olabilmesi için, kalbinin Allah (c.c.) tarafından nûrlandırılıp açılması gerekir. Bunu da Allah (c.c.) hayır murâd ettiği kullarına ihsan eder. Hayırdan mahrum olanların göğsü dar, anlayışı kıt olur. İslâm dinini anlamaktan mahrum olurlar.
Kalp ayna gibidir. Allah’ın emirleri yerine getirilip yasaklarından uzak durdukça cilalanmaya parlamaya devam eder. İyilikler arttıkça onun da nûru artar. Nihayet devamlı Allah (c.c.)’ı zikreden bir kalp haline gelir. Günahlar, isyanlar kalbi karartır, kirletir, paslandırır, katılaştırır. Sonunda kalp ilâhi nurdan mahrum olup mühürlenir.
Kalbin paslanması konusunda Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini paslandırmıştır.
Hayır! Onlar şüphesiz o gün rablerinden (O’nu görmekten) mahrum kalmışlardır.”[4] Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:
“Kul bir günah yaptı mı kalbine siyah bir nokta konulur. O, bunu tövbe ve istiğfar ile koparıp attığı zaman kalbi cilalandırılır. Fakat tekrar günaha dönerse o noktalar arttırılır. Nihayet kalbini kaplar. İşte bu Cenâb-ı Hakkın sözü geçen ayet-i kerimede beyan buyurduğu Raan (pas)dır.”[5]
Kalp mühürlenince, duymaz hale gelir. Bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne varis olanlara hâla şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri)işitmezler.”[6]
Kalbin duyması takvaya bağlıdır. Bu hususta Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“ … Allah’tan korkun ve (emirlerini) dinleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayet etmez.”[7]
Malik bin dinar diyor ki: “Bir insana verilen en büyük ceza kalp kasavetidir.” Allah (c.c.)’a verdikleri sözleri tutmayan İsrail oğulları hakkında Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık…”[8]
Kesilen ineğin bir parçası ile ölüye vurulmak suretiyle onun dirilip kâtilini söylemesi mucizesini gören İsrail oğulları hakkında Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Sonra bunun arkasından yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşların öylesi var ki içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.”[9]
Kalp kasaveti demek, kalbin katı, sert ve kuru olması demektir. Böyle bir kalp, Allah’ın (c.c.) ayetlerine yönelmez ve onlara boyun eğmez. Kâfirlerin kalpleri taştan daha katıdır. Çünkü Haşr Suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz.”[10]
Bazı hükema demiştir ki: Kendisinde Allah korkusu ve mahlûkata karşı şefkat bulunmayan kalpler taş gibi hatta daha katıdır.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz bu konuda şöyle buyurur:
“Allah’ın zikri olmadan çok konuşmayın. Allah’ın zikri olmadan çok konuşmak kalp için bir kasavettir. İnsanların Allah’tan en uzak olanı katı kalpli olanıdır.”
Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, boş konuşmalar da kalbin katılaşmasına sebep olmaktadır. Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlar:
“Dört şey var ki bunlar kötülüktendir: Göz kuruluğu, kalp kasaveti, tul-i emel ve dünyaya karşı hırs.”
Nimetlere kavuşup gevşeyen Müslümanları Allah (c.c.) şöyle uyarıyor:
“ İman edenlerin Allah’ı ve Haktan inen Kuranı zikir için, kalplerinin saygı ile yumuşaması zamanı hâla gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış fâsıklardır.”[11]
Bu ayeti kerimede Allah (c.c.), Müminlerin kalplerinin Allah Teâla ve Kur’an-ı Kerim’in zikriyle ürpermesi gerektiğini hatırlatmakta, Yahudi ve Hıristiyanların durumuna dikkat çekmektedir. Ayrıca Mekke-i Mükerreme’de sıkıntı içinde yaşayıp hicretten sonra da bol rızık ve nimetlere kavuştukları için gevşeyen bir kısım sahabe-i kiramı da uyarmaktadır. Bu ayeti kerimenin günümüzde muhatabı hiç şüphe yok ki biz Müslümanlarız. Öyleyse durumumuzu bir gözden geçirelim, bakalım ki ne haldeyiz?
Yorum gönder