KULLUK ANCAK YARATICIYA YAPILIR
“İşte Rabbiniz Allah O’dur. Ondan başka ilah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin. O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur).”
“Gözler O’nu idrak edemez (O’nu kavrayacak şekilde göremez). Hâlbuki O, gözleri idrak eder (kuşatacak şekilde görür) ve O, Latif (en ince şeyleri bile pek iyi bilen) dir. Her şeyden haberdar olandır.”
“(Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.”[1]
Allah (c.c) üstün sıfatlarla mevsuftur. Yegâne yaratıcı O’dur. O’ndan başka ilah yoktur. Bundan dolayı ibadete, kulluğa layık olanda O’dur. İtaat manasına gelen ibadet, elbette ancak yaratıcıya tahsis edilmelidir.
Ehl-i sünnet uleması “O, her şeyin yaratıcısıdır.” ifadesine sarılarak, kulların bütün amellerini yaratanın ancak Allah Teâlâ olduğu hükmüne varmışlardır. İnsanların yaptıkları işler, bir takım sebeplere bağlı olsa da o sebepleri yaratan da ancak Allah Teâlâ’dır.
Allah (c.c), “O her şeyin yaratıcısıdır” buyurduktan sonra “Öyleyse ona kulluk edin” emrini vermektedir. Burada emrolunan ibadet, itaat ve boyun eğmenin en üstün derecesi olup ibadet edilen Zat’a ortak koşmak düşünülemez. Bundan dolayı Allah’a inanmak demek, kulluğun sadece O’na ait olduğunu kabul etmek demektir. Allah (c.c) yaratıcı olarak kabul edildikten sonra başkaları da kulluğa layık görülürse şirk denilen inanç şekli ortaya çıkar. Bu inançta olanlara müşrik denilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) gönderildiğinde Mekke toplumunda hâkim olan inanç buydu. İslamiyet bu yanlış inancı kaldırıp yerine tevhid inancını getirmiştir.
Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Andolsun ki; onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah…” derler. De ki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah’a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.”[2]
Allah (c.c) ayet-i celilenin sonunda “O her şeye vekildir.” buyurmuştur. Bundan maksat; kulun, tevhid inancının kemaline ulaşmasıdır. Yani insanın, Allah (c.c)’tan başka kendisini koruyan ve işlerini yoluna koyan hiçbir varlığın olmadığı inancına kavuşmasıdır. Sebeplere değil, sebepleri yaratan Allah’a güvenip dayanmasıdır. Bu dünyada sebepler, çoğu zaman insan ile yaratıcısı arasında perde olmakta ve birçokları bu sebeplere takılıp kalmaktadır. Bundan dolayı “Sebepler olmasaydı hiçbir şüpheci tereddüt etmezdi” denilmiştir.
“O her şeye vekildir.” yani sizin bütün işlerinizin mütevellisidir ve amellerinizin gözcüsüdür. Onlara karşılık size mücazatta bulunacaktır. Öyleyse hacetlerinizi O’na ısmarlayın, kulluğuna sarılmayı dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlarınızın görülmesine vesile kılın. Allah (c.c), her şeye hakkıyla kadir ve her şeye ziyadesiyle vekildir. Kendisine ısmarlanan işlerin tümünü hiç eksiksiz bir şekilde tam manasıyla yerine getirendir. Bütün yaratıkları korur, yönetir, ihtiyaçlarını ve rızıklarını onlara gönderir.
İbn Acibe “Her kim dünyevî bir hazzını elde etmek için, insan olsun cin olsun bir mahlûka boyun eğerse yahut yaratanına isyan hususunda ona itaat ederse, o kişi Rabbiyle birlikte onu ortak etmiştir.” demektir.
“…Allah’a ortak koşan, muhakkak ki; büsbütün sapıtmıştır.”[3]
RU’YETULLAH
En’am Suresi 103. ayet-i kerimede “Gözler O’nu idrak edemez” buyruluyor. İdrak: Bir şeyin derinliklerine ulaşıp, bütün cihetleriyle onu kuşatıp künhünü ve hakikatini (öz zatını) kendisinden bir şey gizli kalmayacak şekilde kavramaktır ki; böyle bir ihatanın dünyada ve ahirette Allah (c.c.)’a teallük etmeyeceği aşikârdır. “Allah Teâlâ görülür, fakat idrak edilemez” kaidesinin bir benzeri “Allah (c.c.) bilinir fakat ilmen ihata edilemez.” kuralıdır. Demek ki “Gözler, Allah Teâlâ’yı görebilirse de, ihata edemez.” Nitekim “Kalpler de O’nu tanır fakat ihata edemez”.
Allah (c.c) şöyle buyurur: “…İlmen O’nu ihata edemezler (O’nu tam manasıyla bilemezler).”[4]Ebu Bekir Sıddık (r.a)’tan rivayet edilen şu söz bu manaya uygun düşmektedir: “Ey O zat ki; O’nu bilmenin son noktası, tam bilinemiyeceğini itiraf etmektir.”
Kıyame Sûresi’nde ahirette Allah (cc)’- ın görüleceği bildirilmektedir:
“Yüzler vardır ki; o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır (O’nu göreceklerdir).”[5]
Rasülüllah (sav) de ümmetine, kıyamet günü Rablerini göreceklerini müjdelemiştir: “
Sizler (ayın on dördünde) şu ayı, görülmesinde izdiham yaşamaksızın gördüğünüz gibi Rabbinizi de muhakkak öylece göreceksiniz.”
Allah Teâlâ’nın dünyada Rasûlullah (s.a.v)’tan başka hiçbir peygamber tarafından baş gözleriyle görülmediği konusu ittifakla sabittir. Rasûlullah (s.a.v) Miraç gecesi Rabbini başının gözleriyle müşahede etmiştir.
Bu konuda farklı görüşler de vardır. İmam Rabbani Hazretleri: “Rasûlullah (s.a.v) Miraç gecesi Rabbini ahirette görmüştür. Çünkü Rasûlullah (s.a.v) Miraç gecesi mekân ve zaman dairesinden çıkıp, âlemi imkân darlığından kurtulunca, ezel ile ebedi tek an olarak buldu, yaratılışın başını ve sonunu tek bir nokta olarak gördü. Miraç gecesi vuku bulan görüş, ahiretteki ru’yete dâhil olduğundan bu konudaki icmaa ters düşmez.”
Allah Teâlâ’nın rüyada görülmesine gelince, selef-i salihinin birçoğundan bu ru’yete mazhariyet naklolunmuştur. Tabii ki bunun gözle değil de kalple olan bir nevi müşahadeden ibaret olduğu gizli değildir.
Allah (c.c), gözlerin kendisini idrak edemeyeceğini beyan ettikten sonra “O ise bütün gözleri idrak eder.” buyurarak her şeyi ihata üzere bildiğini, görüp idrak ettiğini beyan etmiştir. Çünkü her şeyi O yaratmıştır. “Yaratan bilmez mi?”[6]buyurmuşlardır.
Ayet-i kerimenin sonunda “O Latif ve Habir’dir.” buyurarak, Latif olduğu için gözler O’nu idrak edemez, Habir olduğu için O gözleri idrak eder, hakikatine işarette bulunulmuştur.
İçinde bulunduğumuz bu Ramazan ayını fırsat bilerek, Allah Teâlâ’yı daha iyi tanımalı ve O’na daha güzel kulluk yapmalıyız.
Yorum gönder