AŞERE-İ MÜBEŞŞERE – CENNETLE MÜJDELENEN SAHABELER

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE – CENNETLE MÜJDELENEN SAHABELER
Değerli kardeşlerim, hep duymuşuzdur Aşeri-i Mübeşere ne demektir.Kimlerdir cennetle müjdelenen kişiler. Bu kişiler neden henüz hayatta iken cennetle müjdelenmişlerdir. Gelin hep beraber Hz.Said İbnu Zeyd  Hz.lerinin naklettiği şu hadisi okuyalım. Ayrıca bu Cennetle müjdelenen on kişinin hayatlarınıda okuyalım.
Rasulullah (sav)’ın şöyle söylediğini işittim: Ebu Bekr cennetliktir, Ömer cennetliktir, Osman cennetliktir, Ali cennetliktir, Talha cennetliktir, Zubeyr b. Avvam , cennetliktir, Sa’d İbnu Malik cennetliktir, Abdurrahman İbnu Avf cennetliktir, Ebu Ubeyde İbnu’l-Cerrah cennetliktir.” (Ravi der ki: Zeyd) onuncu da sükut etti. Dinleyenler: “Onuncu kim?” diye sordular. (Bu taleb üzerine): “Said İbnu Zeyd!” dedi. Yani bu, kendisi idi. Zeyd sonra ilave etti: “Allah’a yemin ederim. Onlardan birinin Resulullah (sa} ile birlikte yüzü tozlanacak kadar bulunuvermesi, sizden birinin ömür boyu çalışmasından daha hayırlıdır, hatta ömrü, Hz. Nuh aleyhisselam’ın ömrü kadar uzun olsa bile.”

Ravi (r.a.): Said İbnu Zeyd

Kaynak: Ebu Davud, Sünnet 9, (4648, 4649, 4650)

Müminlerin ulaşmak istediği hedeflerden biri de cennete girmektir. Çünkü Kur’ân, insanlara yarışırcasına cennete koşmalarını emretmektedir. “Rabbiniz tarafından bir mağfirete, genişliği göklerle yer kadar olan ve müttakiler için hazırlanmış olan bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun.” (Al-i İmran, 3/133)
Kimin cennetlik olduğu ahirette belli olacaktır. Fakat Allah sahabeye daha bu dünyada iken cenneti vaad etmiştir.

Sizden fetihten önce infak eden ve savaşan kimse ile fetihten sonra infak edip savaşan elbette bir olmaz. İşte onlar, bundan sonra infak edip savaşanlardan derece bakımından daha yüksektirler. Bununla beraber Allah herbirine cennet vaadeder. Allah yaptığınız herşeyden haberdardır.” (Hadid, 57/10)

Bu âyettte açıkça görüldüğü gibi Allah sahabenin hepsine cenneti vaad etmektedir. Pek çok güzel haslete sahip sahabe-i kiram genel olarak cennetle müjdelendiği gibi dünya hayatında iken fert fert kendilerine cennet vaad edilenler de vardır. el-Aşeretü’l-mübeşşere (müjdelenlen on) terkibi ile bu müjdeyi Rasûlullah’tan dünyada iken alan sahabiler anlaşılır. Aşere-i mübeşşere tabirinin yanı sıra aynı manaya gelen el-mübeşşirun bi’l-cenne terkibi de kullanılmıştır.

Bunlar: Ebû Bekir (634), Ömer (643), Osman (655), Ali (660), Talha (656), Zübeyr (656), Avf oğlu Abdurrahman (652), Sa’d (674), Zeyd oğlu Said (671), Ebû Ubeyde (639) (ra) hazretleridir. Bu sahabilerin isimleri hadiste zikredilmiş ve bu şekilde sabit olmuştur. Genel olarak sahabenin, özel olarak da ashabı kiramdan bu kişilerin değerlendirilmesi yapıldığında bu durumun genel İslam prensipleri açısıdan gayet tabii olduğu görülecektir.
Aşere-i mübeşşerenin bazı ortak özellikleri vardır:

  • Hepsi İslam’ın ilk yıllarında Müslüman olmuşlardır.
  • Peygamber’e ve İslam davasına büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.
  • Hicret etmişlerdir.
  • Bedir gazvesine katılmışlardır.
  • Hudeybiye de Rasûlullah’a beyat etmişlerdir.
  • Hadis kaynaklarında faziletleri ile alakalı pek çok rivayet vardır.
  • Müsned türündeki hadis kaynakları bu sahabilerin rivayetleri ile başlar.

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

  • 1 – HZ. EBU BEKİRİ’S SIDDIK (R.A.)
  • 2 – HZ. ÖMER EL FARUK (R.A.)
  • 3 – HZ. OSMAN BİN AFFÂN (R.A)
  • 4 – HZ. ALİ BİN EBÛ TÂLİB (Kerremallahu Vechehu)
  • 5 – HZ. TALHA BİN UBEYDULLAH (R.A.)
  • 6 – HZ. ZÜBEYR BİN AVVAM (R.A.)
  • 7 – HZ. SA’D BİN EBİ VAKKAS (R.A.)
  • 8 – HZ. ABDURRAHMAN BİN AVF (R.A.)
  • 9 – HZ. EBU UBEYDE BİN CERRÂH (R.A.)
  • 10 – HZ. SAÎD BİN ZEYD

    Benim ashabım, gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.» (Hadis-i Şerif)

    İslamiyet’in doğuşu ve yayılması aşamasında, Allah’a iman eden ve peygamberimize gönülden bağlı, nice ki güzide cesur ve gözü pek mü’minler vardır. Ancak bu muhteşem Asr-ı saadet kahramanlarından on tanesi var ki kendilerinden başka hiçbir ümmete, nasip olmayan bir lütfa mazhar olmuşlar henüz hayatta iken cennetle müjdelenmişlerdir. Pekim kimlerdir Aşere-i Mübeşşere; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Said bin Zeyd, Hz. Talha bin Ubeydullah, Hz. Zübeyr bin Avvam, Hz. Said bin ebi Vakkas, Hz. Abdurrahman bin Avf, Hz. Ebu Ubeyde bin cerrah. Bilenlere yeniden anımsatmak, bilmeyenlere özellikle yeni yetişen genç kardeşlerimize dinimizin önemli yapıtaşlarından olan bu muhterem insanları minik biyografiler halinde tanıtmak istedik.

    1. Hz. Ebûbekir (R.A.)

    İlk evvela her şeyde ilk olduğu gibi burada da ilk adı zikredilecek olan Hz. Ebubekir; Mekke’de doğmuştur, 38 yaşında Müslüman olmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de hicret sırasında Rasûlullah’la beraber olmasından dolayı, “… mağarada bulunan iki kişiden biri…” (et-Tevbe, 9/40) şeklinde ondan bahsedilmektedir. Asıl adı Abdülkâbe olup, İslâm’dan sonra Rasûlullah (S.A.V.)’in ona Abdullah adını verdiği kaydedilir. Azaptan azat edilmiş mânâsına gelen “atik”; dürüst, sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da “sıddîk” lâkabıyla anılmıştır. Ebû Bekir adıyla meşhur olmuştur. Bedir savaşına kadar müşrik kalan oğlu Abdurrahman dışında bütün ailesi Müslüman olmuştur. Babası Ebû Kuhafe, Ebû Bekir’in halifeliğini ve ölümünü görmüştür. Hz. Ebû Bekir’in Rasûlullah (S.A.V.)’den bir veya üç yaş küçük olduğu zikredilmiştir. İslâm’dan önce de saygın, dürüst, kişilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan “hanif” bir tacir olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber’den hiç ayrılmamıştır. Bütün servetini, kazancını İslâm için harcamış, kendisi sade bir şekilde yaşamıştır. Hz. Ebû Bekir, hayatı boyunca Rasûlullah’ın yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk kurulmuştur. Rasûlullah birçok hususlarda onun görüşünü tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan önemli işlerde ashâbıyla müşavere eden Peygamber (S.A.V.), bazı hususlarda özellikle Ebû Bekir’e danışırdı. Peygamber efendimizin vefatından sonra ilk halife olmuştur. Kurân-ı kerim onun zamanında toplanıp kitap haline getirilmiştir. Hilâfeti iki sene üç ay gibi çok kısa bir müddet sürmesine rağmen Hz. Ebû Bekir zamanında İslâm devleti, büyük bir gelişme göstermiştir. Hz. Ebû Bekir, hicrî 13. yılda Cemâziyelâhir ayının başında hicretten sonra Medine’de yakalandığı hastalığının ortaya çıkması üzerine yatağa düşünce, yerine Ömer’in namaz kıldırmasını istedi. Ashâbla istişâre ederek Hz. Ömer’i halifeliğe uygun gördüğünü söyledi. Ebû Bekir (R.A.) de, çok sevdiği Rasûlullah gibi altmış üç yaşında vefât etti. Vasiyeti gereği Rasûlullah’ın yanına -omuz hizasında olarak- defnedildi. Böylece bu iki büyük insanın, iki büyük dostun, kabirlerinde de birliktelikleri devam etti. Yalnızca yüz kırk iki hadis rivâyet etmiş veya ondan bize bu kadar hadis rivâyeti nakledilmiştir.

    2. Hz. Ömer (R.A.)

    «Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer’e saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir şeytan bulunmasın ki Ömer’den kaçmasın.» (Hadis-i Şerîf)

    Hz. Ömer (R.A.), Fil Olayından on üç sene sonra Mekke’de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir. Kaynaklar, Hz. Ömer (R.A.)’in Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemezler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, İslâm’a karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yüz çevirmeğe çağıran Muhammed (S.A.V.)’ı öldürmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın gelişim şekli onun Müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu. Rivayetlere göre Ömer (R.A.)’ın Müslüman oluşu, Resulullah (S.A.V.)’ın yapmış olduğu; “Allahım! İslâm’ı Ömer bin el-Hattab veya Amr bin Hişam (Ebû Cehil) ile yücelt” şeklinde bir duanın sonucu olarak gerçekleşmişti. Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah (S.A.V.)’ın yanında bulunmuş, onu korumak için elinden gelen gayreti göstermiştir. Ömer (R.A.), Medine dönemi boyunca İslam’ın yücelişini etkileyen bütün olaylara aktif olarak iştirak etmiştir. Resulullah (S.A.V.)’ın önemli kararlar alacağı zaman görüşlerine başvurduğu kimselerin başında Ömer (R.A.) gelir. Onun ileri sürdüğü görüşler o kadar isabetliydi ki; bazı ayetler onun daha önce işaret ettiğine uygun olarak nazil oluyordu. Resulullah (S.A.V.) onun bu durumunu şu sözüyle ifade etmekteydi: “Allah, hakkı Ömer’in dili ve kalbi üzere kıldı.” Ömer (R.A.), bütün meselelere karşı net ve tavizsiz tavır koymakla tanınır. Resulullah (S.A.V.)’ın vefatının hemen peşinden ortaya çıkan karışıklığın Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer büyük rol oynamıştır. Hz. Ebû Bekir’in kısa halifelik döneminde en büyük yardımcısı Ömer (R.A.) olmuştur. Hz. Ebubekirden sonra ikinci halife olmuştur. onun zamanında İslam devletinin toprakları çok genişlemiştir, başta Suriye ve Kudüs olmak üzere pek çok önemli fetih gerçekleştirmiştir, Adalette tavizsizliği ile ün yapmıştır. Hakkı batıldan ayıran anlamına gelen Faruk lakabı peygamber efendimiz tarafından ona verilmiştir. Hilafeti on yıldan fazla sürmüştür, Ebu Lülü adında bir köle tarafından hançerlenerek şehit edilmiştir. Kabri Hz. Ebubekir ile beraber peygamber efendimizin yanındadır.

    3. Hz. Osman (R.A.)

    Mekke’de doğmuştur, otuz dört yaşında iken Müslüman olmuştur. Resulullah (S.A.V.) risaletle görevlendirildiğinde Osman (R.A.), otuz dört yaşlarındaydı. O, ilk iman edenler arasındadır. Ebû Bekir (R.A.), güvendiği kimseleri İslâm’a davette yoğun gayret göstermekteydi. Onun bu çalışmaları neticesinde, Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebi Vakkas, Zübeyr bin Avvâm, Talha bin Ubeydullah ve Osman bin Affân iman etmişlerdi. Hz. Osman, cahiliyye döneminde de Hz. Ebû Bekir’in samimi bir arkadaşı idi Hz. Osman, iman ettiği zaman bunu duyan amcası Hakem bin Ebil-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetmiş ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söylemişti. Hz. Osman (R.A.), ebediyyen dininden dönmeyeceğini söyleyince, kararlılığını gören amcası onu serbest bırakmıştı. Peşinden o, Resulullah (S.A.V.)’ın kızı Rukiyye ile evlenmişti. Mekkeli müşriklerin iman edenlere yönelttikleri baskı ve işkenceler yoğunlaşıp çekilmez bir hal alınca, Resulullah (S.A.V.), ashabına Habeşistan’a hicret etmeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Hz. Osman’ın Habeşistan’a ilk hicret edenler arasında olduğu hakkında kaynaklar ittifak halindedirler. Servet ve mal bakımından çok zengin olduğu bilinir. Hz. Osman, hanımı Rukiyye ağır hasta olduğu için, Resulullah (S.A.V.)’in izniyle Bedir savaşından geri kalmıştı. Rukiyye ordu Bedir’de bulunduğu esnada vefat etmiş, Müslümanların zaferinin müjdesi Medine’ye ulaştığı gün toprağa verilmişti. Rukiyye’nin vefat edişinden sonra Resulullah (S.A.V.), Hz. Osman’ı diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurmuştu: “Eğer kırk tane kızım olsaydı birbiri peşinden hiç bir tane kalmayana kadar onları Osman’la evlendirirdim”. Resulullah (S.A.V.)’in iki kızıyla evlenmiş olduğu için iki nûr sahibi anlamında, “Zi’n-Nureyn” lakabıyla anılır olmuştur. Ashabın en zenginlerinden biri olması, onun İslâm’a ve Müslümanlara herkesten çok maddi yardımda bulunmasını sağladı. Üçüncü halifedir. Hz. Osman, on iki sene hilâfet makamında kalmıştır. Bunun ilk altı senesi huzur ve güven içerisinde geçmiş ve hiç kimse yönetimin uygulamalarından şikayetçi olmamıştır. Kurân-ı kerim onun zamanında nüsha olarak çoğaltıldı. Son derece hayâ ve takva sahibi idi, geceleri sürekli namaz kılardı. O da şehit edilerek vefat etmiştir. Bu olaydaki en yürek burkan durum ise onun din kardeşlerinden azgın bir gurup tarafından şehit edilmesidir. Kabri, baki mezarlığındadır.

     

    4. Hz. Ali (K.V.)

    Hz. Ali küçük yaşından beri Resulullah’ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm’ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice’den sonra Müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice’yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali’ye Peygamberimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen Müslüman olmuştu. Yüzünü hiç putlara dönmediği için farklı olarak o,“Keramullahu vecheh” olarak anılır. Hz. Peygamber, hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali’ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resulullah’ın yatağını da yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber’i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle Peygamber’e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır. Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Resulullah’la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi. Hz. Peygamber’in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Resulullah’ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.

    Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer’in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.

    Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman’a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman’ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarf etti. Hz. Osman’ın şehâdetinden sonra İslâm’ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey’at ettiler. Ancak onun bu dönemi Allah’ın bir takdiri olarak son derece karışık bir dönem oldu. Hilâfete geçtiğinde hâlledilmesi gereken bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffın gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.

    Nihayet, Kûfe’de 661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman bin Mülcem tarafından sabah namazına giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehit oldu.

    Hz. Ali, devamlı olarak Hz. Peygamber (S.A.V.)’in yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah’ın tabiri ile “ilim beldesinin kapısı” olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarf etmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm’ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu. Hz. Ali, bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak İslâm’ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan sahabelerdendir . Ne var ki aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen Hz. Ali hakkında ki şaibeler halen hiç de onun tasvip etmeyeceği şekilde süregelmeye devam etmiştir. Kabrinin yeri ne yazık ki belli değildir.

    5. Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas (R.A.)

    Sa’d (R.A.), ilk iman edenlerden biridir. Mekke’de doğmuştur. Sa’d (R.A.), Müslüman olduğu gün henüz namazın farz kılınmamış olduğunu ve o zaman on yedi yaşında bulunduğunu söylemektedir. Sa’d (R.A.), İslâm’a girişine sebep olan olayı şöyle anlatır:“Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiç bir şeyi göremediğim karanlık bir yerde gördüm. Bu arada ay doğdu ve ben onun aydınlığına tabi oldum. Benden önce bu aya kimlerin uymuş olduğuna bakıyordum. Onlar, Zeyd bin Harise, Ali bin Ebî Tâlib ve Ebû Bekir’di. Onlara ne kadar zamandan beri burada olduklarını sorduğumda, onlar; “Bir saat kadardır” dediler. Araştırdığımda öğrendim ki, Rasûlullah (S.A.V.) gizlice İslâm’a davette bulunmaktadır. Ona Ecyad tepesi taraflarında rastladım. İkindi namazını kılıyordu. Orada İslâm’ı kabul ettim. Benden önce bu kimselerden başkası imân etmemişti”

    Sa’d’ın Müslüman olduğunu öğrenen annesi, buna çok üzülmüş ve oğlunu atalarının dinine döndürebilmek için çareler aramaya başlamıştı. Sa’d’a, eğer girdiği dinden dönmezse, yemeyip içmeyeceğine dair yemin etmişti. Sa’d, annesine, bunu yapmamasını, çünkü dininden dönmeyeceğini söyledi. Yeminini uygulamaya koyan annesi, bir zaman sonra açlık ve susuzluktan bayılmıştı. Ayıldığında Sa’d ona; “Senin bin tane canın olsa ve bunları bir bir versen, ben yine de dinimden dönmeyeceğim” demişti. Onun kararlılığını gören annesi yemininden vazgeçmişti. Sa’d (R.A.), Medine’ye hicrete kadar Mekke’de kalmıştır. Dolayısıyla müşrikler tarafından uğradıkları bütün saldırı ve işkencelere diğer Müslümanlarla birlikte Mekke dönemi boyunca muhatap olduğu muhakkaktır. Rasûlullah (S.A.V.)’in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir (R.A.)’a bey’at eden Sa’d (R.A.), Hz. Ömer döneminde aktif olarak devlet idaresinde görevler almıştır. Bu dönemde onun en önemli görevlerinden birisi, asrın emperyalist süper güçlerinden birisi olan İran imparatorluğunu çökerten Kadisiye ordusunun kumandanlığıdır. Sa’d (R.A.), Hz. Osman (R.A.)’ın şehit edilişiyle başlayan fitne ve ihtilaflardan tamamen uzak kalmaya gayret etmiştir. O, Müslümanlar arasında kan dökülmesinden çok rahatsız oluyor ve taraflardan kendisine gelen teklifleri geri çeviriyordu. O, ümmetin üzerinde anlaştığı bir halife ortaya çıkıncaya kadar kendisine hiç bir şeyden bahsedilmemesini istemişti. Sa’d (R.A.), gruplar arasında verilen mücadelelerde kimin haklı kimin haksız olduğunun açıklığa kavuşturulmasının mümkün olmadığını bildiği ve haksız yere bir Müslümanın kanını akıtmaktan çekindiği için böyle davranıyordu. Sa’d (R.A.), güçlü bir kişiliğe ve siyasî desteğe sahip olduğu halde, riyaset çekişmelerinin içine girmekten ömrünün son günlerine kadar kaçınmıştır. Sa’d (R.A.), devrin putperest-müşrik süper güçlerinden biri olan İran İmparatorluğunu çökerten ve böylece İslâm’ın kitlelere tebliği önündeki büyük engellerden birisini ortadan kaldıran İslâm tarihinin en önemli savaşlarından biri olan Kadisiye savaşının komutanıydı. Sa’d (R.A.), Hicrî 55 yılında ikâmet etmekte olduğu Medine’nin dışındaki Akik vadisinde vefat etmiştir. Onun vefat tarihi hakkında, 54 ila 58 tarihleri arasında değişen farklı rivâyetler bulunmaktadır.

    6. Hz. Said bin Zeyd (R.A.)

    Mekkede doğdu, Hayattayken Cennetle müjdelenen on sahabeden biri. Said, babası Zeyd’in kendisine telkin ettiği hanif dininin bilincinde olarak yetişmişti. Rasûlullah (S.A.V.), İslâm dinini tebliğe başladığı zaman, onun çağırdığı dinin babasının söylediği prensiplerle aynı olduğunu gördü ve ona tabi olmakta gecikmedi. Rivayetlere göre o, Rasûlullah (S.A.V.)’in az sayıdaki ashabıyla Erkam’ın evinde gizlice toplanmaya başlamasından önce iman etmiştir. Doğum tarihi kaynaklarda zikredilmemektedir. Saîd bin Zeyd, Bedir savaşı hariç, Uhud, Hendek ve Rasûlullah (S.A.V.)’in diğer bütün savaşlarına katılmıştır. Said (R.A.), ömrünün son günlerini, Medine’nin dışında bulunan Akik vadisindeki çiftliğinde geçirdi ve burada yetmiş yaşını geçmiş olduğu halde Hicrî 50 veya 51 yılında vefat etti. Abdullah İbn Ömer onun öldüğünü öğrendiği zaman doğruca Akik vadisindeki evine gitti ve cenazesiyle ilgilendi. Said (R.A.)’ın cenazesi Medine’ye taşındı ve Sa’d bin Ebi Vakkas tarafından yıkandı. Medine’de defnedilen Said (R.A.)’ın cenaze namazını İbn Ömer kıldırdı ve onu mezara Sa’d bin Ebi Vakkas ile birlikte indirdi. Said (R.A.)’dan bazı hadisler rivayet edilmiştir. Said (R.A.), Hz. Osman (R.A.)’ın şehit edilmesiyle başlayan fitne olaylarına şahit olmuştur. O, ümmetin içine sürüklendiği fitne belasından ve kendini bilmez bazı kimselerin ileri gelen ashabdan bazılarına dil uzatmalarımdan aşırı derecede ızdırap duymuştur.

    7. Hz. Talha bin Ubeydullah (R.A.)

    Mekkede doğmuştur, Talha, Cennetle müjdelenen on kişiden biri, İslâm’a giren ilk sekiz kişiden ve Hz. Ebubekir aracılığıyla Müslüman olan beş kişiden biridir. Ayrıca, halife seçimini gerçekleştirmeleri için oluşturulan altı kişilik Ashab-ı Şurâ arasında yer almış meşhur bir sahabedir. Rivayete göre, Talha bin Ubeydullah, Busra panayırında bulunduğu bir sırada, oradaki bir manastırın rahibi:“Sorun bakayım, bu panayır halkı arasında, ehl-i Harem’den bir kimse var mı?” diye seslenir. Talha da: “Evet var! Ben Mekke halkındanım” diye cevap verir. Bunun üzerine rahip: “Ahmed zuhur etti mi?” diye sorar. Talha: “Ahmed de kim?” der. Rahip: “Abdullah bin Abdulmuttalip’in oğludur. Bu ay O’nun çıkacağı aydır. O, peygamberlerin sonuncusudur. Haremden çıkarılacak; hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret edecektir. Sakın O’nu kaçırma” der. Rahibin söyledikleri Talha’nın kalbine yer eder. Oradan alelacele ayrılarak Mekke’ye döner ve yakında herhangi bir olayın meydana gelip gelmediğini sorar. Abdullah’ın oğlu Muhammedü’l-Emîn’in peygamberliğini ilan etmiş oldûğunu ve Ebubekir’in de O’na tabi olduğunu öğrenir. Hemen Ebubekir’in yanına vararak rahibin anlattıklarını haber verir. Sonunda her ikisi birlikte Resulullah (S.A.V.)’a giderler. Talha oracıkta Müslüman olur. Bedir’den sonraki birçok savaşa katılmıştır. Uhud günü Peygamber (S.A.V.)’i kahramanca müdafaa etmiş, O’na bir şey olmasın diye atılan oklara, indirilen kılıç darbelerine karşı vücudunu siper etmiştir. Sonuçta birçok kılıç ve ok yarası almış, aldığı yara neticesi bir kolu çolak kalmış, yine Resulullah’ı müdafaadan geri durmamıştır. Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra, Müslümanların büyük bir kısmının Hz. Ali’ye bey’at ettiğini biliyoruz. Bu bey’atte bulunanlardan biri de Talha bin Ubeydullah’tır. Ancak, bey’atten kısa bir süre sonra, Talha ile Zübeyr ibnü’l-Avvam’ın, Hz. Ali’ye karşı çıkan Hz. Âîşe’nin yanında yer almışlardır. Neticede ez-Zübeyr, Hz. Ali’ye karşı çıktığına pişman olarak savaş meydanını terk etmiştir. Talha ise mücadeleye devam etmiş, nihayet Cemel günü (h. 36), Mervan bin Hakem tarafından şehit olmuştur. Vefat ettiği zaman tahminen 60-64 yaşlarındaydı. Talha, doğrudan Resulullah (S.A.V.)’dan rivayette bulunduğu gibi, Hz. Ebubekir’le Hz. Ömer’den de hadis nakletmiştir. Ashâbın zenginlerindendi. Zengin olduğu kadar da cömertti. Cömertliği sebebiyle kendisine “el-Fayyâd” denirdi.

    8. Hz. Zübeyr bin Avvam (R.A.)

    Mekkede doğmuştur, Zübeyr, Hz. Ebu Bekir’in İslâm’a girmesinden kısa bir müddet sonra Müslüman olmuştur. İlk Müslümanların dördüncüsü veya beşincisidir. Ancak ne doğum tarihi, ne de kaç yaşındayken Müslüman olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Muhtelif kaynaklar, Müslüman olduğu sırada onun 8-16 yaşları arasında bulunduğu söylerse de bu tahminlerin doğruluğu şüphelidir. Zira babası Avvam bin Huveyfid’in Ficar savaşlarından birinde (kuvvetli bir ihtimalle dördüncü ve son savaşta) öldürüldüğü, onu öldürenin de Mürre bin Muatab es-Sakafi olduğu kabul edilmektedir. Zübeyr’in babası ölünce, amcası Nevfel onun velâyetini üstlenmişti. Küçük yaşta yetim kalan Zübeyr’i, annesi çok döverdi. Amcası da onu savunur, dövmesine engel olmaya çalışırdı. Ancak Zübeyr büyüyüp Müslüman olunca, onu karşı bu sevgisi öfkeye dönüştü. Öyle ki, İslâm’dan dönmesi için onu bir hasıra bağlayıp asar ve ateş yakarak dumanla ona işkence ederdi. Zübeyr, 615 yılında Mekkeli Müslümanlarla birlikte Habeşistan’a hicret etmiştir. Zübeyr, Mısır fethinde de önemli bir rol oynamıştır. Hz. Zübeyr, Talha ve Hz. Âişe’nin, Sıffin Savaşında Hz. Ali’ye karşı cephe aldıkları görülmektedir. Hz. Ali, onları karşısında görmek istemediğinden ikna etme yollarını arıyordu. Bir ara Zübeyr’le karşılaşınca ona; “Ey Abdullah’ın babası! Seni buraya getiren nedir?” diye sordu Zübeyr: “Osman’ın kanını istemeye geldim” dedi. Hz. Ali; “Osman’ın kanını mı istiyorsun? Allah, Osman’ı öldüreni kahretsin. Ey Zübeyr! Rasûlullah’ın sana; “Sen Haksız olduğun halde Ali ile savaşacaksın ” dediğini hatırlıyor musun?” deyince, Zübeyr; “Allah şahidimdir ki bu doğrudur” der. Hz. Ali; “Öyleyse benimle ne diye savaşıyorsun?”diye sorunca Zübeyr, “Vallahi bunu unutmuştum, şayet hatırlasaydım sana karşı çıkmazdım, seninle savaşmazdım” dedi. Bu konuşmadan sonra Zübeyr savaştan çekilerek geri döndü. Medine yolunda Temîm kabilesine ait bir su başına vardığında orada bulunan Amr bin Cürümüz, onu takibe başladı. Vâdi’s-Sibâ’ denilen mevkide bir fırsatını bularak Zübeyr’i şehit etti. Zübeyr (R.A.), cesur ve gözü pek bir Müslümandı. Mekke’de, Allah için ilk defa kılıç çeken odur. Medine’ye hicret ettikten sonra da yapılan tüm savaşlara katılmış, bütün sıkıntılı zamanlarda daima Peygamber (S.A.V.)’in yanında bulunmuştur. Savaşta gösterdiği üstün başarıdan ve çok iyi ok attığından Allah Rasûlü onun, “Hadi at! Anam babam sana feda olsun” diyerek memnuniyetini ifade etmiştir. Yine onun hakkında; “Her peygamberin bir havarisi vardır, benim ki de Zübeyr’dir” buyurmuşlardır.

    9. Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah (R.A.)

    Ebû Ubeyde, Hz. Ebû Bekir’in dâvetiyle veya Osman bin Maz’un başkanlığında arkadaşlarıyla Rasûlullah’a giderek Müslüman olmuştur. Habeşistan’a göç edenler arasında ikinci kafiledendir. Rasûlullah onun için: ”Her ümmetin bir emini vardır, bu ümmetin emini Ebû Ubeyde bin el-Cerrah’tır” buyurmuştur. Ebû Ubeyde de diğer büyük sahâbîler gibi bütün gazalara katılmıştır. Bedir gazasında müşriklerin safında çarpışan ve kâfir olan babası Abdullah’la karşılaşmış ve onu öldürmüştür. Ebû Ubeyde, Uhud savaşında Rasûlullah’ın yüzüne batan miğfer parçalarını dişleriyle çekerken ön dişleri kırılmış, Hendek’te, Benû Kureyza’da, Rıdvan Beyatinde Hudeybiye’de, Hayber’de, en cesur savaşçılardan biri olmuştur. Ebû Ubeyde, Mekke fethinde, Taif muhasarasında, Vedâ Haccı’nda hep Rasûlullah’ın yanında bulunmuştur. Ebû Ubeyde komutasındaki İslâm ordusu Rumları Humus’ta bir defa daha yenilgiye uğrattı. Ebû Ubeyde, Şam ve çevresinin fetihleri tamamlandıktan sonra “Şam emiri, adaleti” deyimiyle Rumlar arasında bile hayırla anılmıştır. Hicretin 18. yılında Hicaz bölgesinde kıtlık baş gösterince Ebû Ubeyde Medine’ye büyük miktarda yiyecek yardımı gönderdi. Aynı yıl, veya 17. yılın sonlarında- Suriye, Mısır ve Irak’ı Amvas (Amevas) Tâunu diye tarihe geçen veba salgını istilâ etmiş, birçok sahâbî bu salgında vefât etmişti. Ebû Ubeyde de, Hz. Ömer’in Şam’dan ayrılması ısrarlarına rağmen şehirde kalmış ve vebaya yakalanmıştır. Yerine Muâz bin Cebel’i bırakan Ebû Ubeyde şöyle vasiyette bulundu: “Size bir vasiyyetim var. Onu kabul ederseniz hayra erersiniz: Namazınızı kılın, orucunuzu tutun, sadakanızı verin, haccınızı ifâ edin, birbirinizi gözetin, emirlerinize itaat edin ve onları aldatmayın. Dünya sizi aldatmasın. Bir insan bin sene de yaşasa âkıbet şu neticeye varır: Allah insanların alnına ölümü yazmıştır, onun için hepsi ölürler. İnsanların en akıllısı Allah’a en çok itaat eden, âhiret için çok çalışandır. Hepinize Allah’ın selâm ve rahmetini, lütûf ve bereketini niyâz ederim. Haydi Muâz! Cemaate namaz kıldır. ” Ebû Ubeyde’nin kabri Şam’da Anta köyü civarında Gavr Beysan’dadır. Tarihçilerin nakline göre Hz. Ömer ve ashâb salgın yerine gelip durumu gördükten sonra hemen oradan ayrılmak istemişler, Ebû Ubeyde Ömer’e, “Ya Ömer, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” demiş, Ömer de, “Evet, Allah’ın kazâsından kaderine kaçıyorum”demiştir. Ebu Ubeyde, züht ve takvâ sahibi, “ümmetin emîni”, cesur, savaşçı, adaletle hükmeden, itaatkâr bir sahâbîdir. Aşere-i Mübeşşere denilen, cennetle müjdelenmiş on kişiden biri olan Ebû Ubeyde, Rasûlullah ile devamlı birlikte olduğu halde ondan çok az hadis rivâyet etmiştir.

    10. Hz. Abdurrahman bin Avf (R.A.)

    Rasûlullah’ın hayatta iken Cennetle müjdelediği on sahâbîden ve ilk Müslümanlardan biri. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in Erkam’ın evindeki faaliyetlerine başladığı günlerde İslâm’a giren Abdurrahman’a bu ismi Rasûlullah vermiştir. Abdurrahman bin Avf (R.A.) ilk Müslümanlardan olmasından dolayı Kureyş’in zâlim tutumuna dayanamayan ashâb ile birlikte Habeşistan’a yapılan iki hicrete de katılmıştı. Nihayet Rasûlullah, ashâbı Medine’ye hicret etmeye teşvik edince, o da diğer ashâb ile birlikte hicret etmişti. Abdurrahman bin Avf (R.A.) ticaret hayatını çok iyi bilen Kureyş içinde büyüdüğü için bu işin tam bir uzmanı olarak Medine çarşısında alışverişe başlamış ve Allah ona büyük servet vermişti. Abdurrahman bin Avf (R.A.) Hz. Peygamber (S.A.V.)’in bütün gazvelerine katılmış ve ilk İslâm cihat hareketinden en güzel şekilde nasibini almıştı. Hz. Ömer’in hilâfeti sırasında büyüyen devlet ve genişleyen sınırlar karşısında işlerin daha rahat çözülmesi için oluşturulan devlet şûrâsında Abdurrahman bin Avf’ın önemli bir yer aldığını görüyoruz. Hz. Ömer şehit edildiğinde yarım kalan namazın tamamlanması için Abdurrahman görevlendirilmişti. Nihayet Hz. Ömer’in tedâvî edilmesinin zor olduğu ve ecelinin yaklaştığı anlaşılınca yeni seçilecek halîfenin belirlenmesi için kurulan ‘şûrâ’da Abdurrahman bin Avf da yer almıştı. Abdurrahman bin Avf (R.A.) artık bir hayli yaşlanınca Hz. Osman devrinde çok sâkin bir hayat yaşamış ve nihayet hicretin 32. yılında Medine’de vefat etmişti.

    Cenaze namazını Hz. Osman kıldırmış, onu kabrine götürürken Hz. Ali şöyle demişti: “Ey Avf’ın oğlu! Güle güle ebedî hayata git. Sen bu fânî hayatın en güzel günlerini gördün. Bu revnaklı hayat bulanmadan Âhirete göçüyorsun” Sa’d bin Ebi Vakkâs da onun cenazesini taşırken: “Ey koca dağ” diyerek Abdurrahman’ın seciyesindeki sağlamlık ve metâneti ifâde etmişti. Abdurrahman bin Avf Cennetü’l Bâkî’ye defnedilmiştir. Abdurrahman b Avf, Hz. Peygamber (S.A.V.)’den çok hadis duymuş fakat titizliğinden dolayı bunların hepsini nakletmekten çekinmiştir. Hadis mecmualarında ondan altmış beş kadar hadis nakledilmektedir. İslam güneşinin her biri ayrı parlayan bu yıldızlarını daima hatırımızda tutmalı, dinimize lakıyla sahip çıkıp onların bu eşsiz emeklerini zayii etmemeliyiz. CENAB-I HAK ONLAR GİBİ YAŞAYIP, AYNI AMEL ÜZERİNE ÖLMEYİ BİZE DE NASİP EYLESİN…

Yorum gönder

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.