MİRAÇ

Ebubekir Tanrıkulu

MİRAC KANDİLİ

Elhamdulillâhi Rabbil âlemin Vessalâtü vesselâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihi ecmeîn.
Aziz Kardeşlerim!
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in en büyük mucizelerinden birisi de İsra ve Mirac’dır.
İnsanları Hak Din İslama davet etmeye başladığı Arap yarımadasında, en yakın akrabalarının, anlayışsızlığı, Arap kabilelerinin ve Mekke ileri gelenlerinin düşmanlığının ayyuka çıktığı, belki devatime icebet ederler diye gittiği Taifte taşlanarak döndüğü, çok sevdiği kendisine kol kanat geren amcası Ebu Talibin öldüğü, ilk iman eden muhterem hayat arkadaşı Hz. Hatice (r.a.) vadilemizin vefat ettiği sıkıntılı bir zamanda, Cenâb-ı Hak Nebiler Sultanını isra ve Mirac mucizesi ile teselli etmiştir.
Bu mucize, Hicretten 1,5 sene önce Recep ayının 27. Gecesi meydana gelmiştir.
İsra; Peyagamber Efendimiz (s.a.v.)’in gecenin bir anında Mekkedeki Mescid-i Haramdan, Kudüsteki Mescid-i Aksaya götürülüşü, Mirac da, Yine gecenin bir anında Mescid-i Aksadan göklere çıkarılıp, hiç kimseye nasip olmayan, Allah’ın en büyük ayetlerinden bir kısmının kendisine gösterilmesi ve bir yayın iki ucu kadar Allah’u Azimüşşana yaklaşma makamına ermesi demektir.
İsra ve Mirac mucizesinin başlangıcı ve sonu Kur’an-ı Kerimle, geniş açıklaması da hadisi şeriflerle açıklanmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak:
سُبْحَانَ الَّذ۪يٓ اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ ﴿١﴾
“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammet) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O gerçekten işitendir, görendir.” (İsra suresi, 1)
İsra ve Mirac mucizesi kısaca şöyle gerçekleşmiştir. “Resulullah (s.a.v) Kabe’nin “Hatim” denilen yerinde veya amcasının kızı “Ümmühan”ın evinde iken, Cebrail (a.s.) tarafından göğsü yarılmış ve zemzemle yıkandıktan sonra, iman ve hikmetle doldurulup kapatılmıştır. Sonra, “Burak” adı verilen bir binekle Mescid-i Haram’dan alınmış ve Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmüş, oradan da “Mirac” adındaki bir vasıta ile göklere yükseltilmiş ve “Sidretül Münteha”ya ulaştırılmıştır. Bu yolculuğunda birçok şeylere şahit olmuş, Peygamberlerle, meleklerle selamlaşmış, onlara imamlık yapmış, arşı, kürsü, cenneti, cehennemi, mukadderatı yazan meleklerin kalemlerinden çıkan sesi, gök ehlinin tesbihatlarını işitmiş. Cebrail (a.s.) Sidretül Münteha’dan öteye gidemiyeceğini bildirmesi üzerine de, Resulullah (s.a.v) “Refref” adındaki başka bir binekle yolculuğuna devam etmiş ve Yüce Huzura kabul edilmiş, kendisine vahyedilenleri aldıktan sonra şerefli yolculuğundan dönmüştür. Cenâb-ı Hak’kın huzuruna kabul edilirken. “Ettehiyyatü lillahi vesselavatü vettayyibatü, esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekatühü, esselamü aleyna ve ala ibadillahis salihiyn. Eşhedü en la ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resuluh” Cenab-ı Hak habibini selamla, rahmetle kucaklamış, resulüde bu selamlamada ümmetini unutmamış onları da bu rahmete dâhil etmiş, bu kucaklaşma, selamlaşmaya Cebrail (a.s.) ve bütün melekler bulundukları yerden şahit olmuş, kelimei şehadet getirmişlerdir. Bu tahiyyat ta Müslümanlara namazlarda vacip olmuştur. Meleklerin kimisi ruku da, kimisi kıyamda, kimisi secdede, kimisi tahiyyatta, kimisi Yasin, kimisi Rahman, kimisi Haşr, kimisi Vakıa, kimisi Mülk surelerini okumakta onların bu hali Resulullah (s.a.v)’ın çok hoşuna gitmişti. Cenâb-ı Hakk’da bu yolculuğun dönüşünde Habibine, ümmeti için şu hediyeleri sunmuştu:
1-50 Vakte denk 5 vakit namaz.
2-Bakara suresinin son ayetleri (Amenerrasulü…).
3-Allah’a ortak koşmayanların affedileceği müjdesi. (Müslim şerhi, c. 2, sh. 126, No: 279; İbn Kesir Tefs. C. 4, sh. 264)
Bu üç hediye müminlere Allah’u zülcelalin büyük bir ikramıdır. Günde beş defa mirac etmek de her müslümanın görevidir.
Şüphesiz İsra ve Mirac mucizesi, sağlam imanın en büyük ölçüsüdür. Hz. Ebubekir (r.a.): “Bunu Resulullah (s.a.v.) söylüyorsa doğrudur.” Dedirten ve kendisini “Sıddîk” makamına erdiren bu güçlü imandır. (İbn Kesir Tef. C. 4/264)
İsra ve Mirac mucizesini akıllarını dar kalıplarına sığdıramayıp reddedenler, sadece inkârlarını artırmış olurlar. Zira “ol deyince olduran” (Yasin suresi, 82) Allah Zülcelal her şeyi yapmaya kadirdir.
Diğer taraftan, her çeşit kir ve günahtan uzak olmasına rağmen, İsrâ ve Mirac öncesi, Resulullah (s.a.v.)’in kalbinin zemzemle yıkanıp iman ve hikmet doldurulması, Allah’ın rızasına ermek için kalplerin her türlü günahtan temizlenmesi gerektiğini göstermektedir.
Bu bakımdan, Allah’ın rızasına kavuşma isteği taşıyanların kalp atışlarını imana ayarlamak, ruhlarını Allah’a kulluk aşkı ile doldurmak, gönüllerini her türlü kin, haset, nefret ve düşmanlık gibi hastalıklardan temizlemek, ellerini ve dillerini kötülüklerden uzaklaştırmak zorundadır.
Yine, İsra ve Mirac’da, Resulullah (s.a.v)’ın Cebrâil (a.s.)’ı “Sidretül Münteha’da bırakıp daha ileriye gitmesi ve Allah’ın huzuruna kabul edilmesi, teslim olmuş insanın meleklerin önüne geçebileceğini göstermesi bakımından fevkalade önemlidir. Ancak, insanın Allah’dan uzaklaştığı zaman Şeytanın seviyesine düştüğü de bir gerçektir.
Onun için bu mübarek geceler, gafletten kurtulmamıza vesile olması, gönüllerimizdeki kin, husumet ve düşmanlık tohumlarından temizlemeye, günahlarımıza bir daha dönmemesiye tevbe temeye, 5 vakit namazlarımızı vaktinde kılmaya, camiye cemaate devem etmeye, Kur’an-ı Kerim ve Vaazu nasihat dinlemeye hayırda yarışmaya, kimsesizlerin kimsesi olmaya, kafirlerin, zalimlerin, münafıkların oyunlarını bozmaya, dinimize, devletimize, vatanımıza, bayrağımıza, nesillerimize sahip çakmağa, birbirimizi Allah için sevmeye, dargınlıkları ve küskünlükleri kaldırmaya, masum ve mazlumların hamisi olmaya kısaca Allah ve Resulullah yolunda yürümeye, çalışmaya mücadeleye vesile olmasını yüce mevladan niyaz edelim.
Bu gecenin gündüzünü oruçla gecesini de, Kur’an-ı Kerim okuyarak, Kaza ve nafile namazlar kılarak, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e bol bol salat ve selam getirerek, tevbe ve dua ile Allah’ı zikrederek geçirelim.
Allah’ın bize emaneti olan ailemize ve çocuklarımıza sahip çıkalım. Akrabalık bağlarını, komşuluk münasebetlerini en güzel şekilde devam ettirelim.
Bilelim ki hepimiz bu dünyada misafiriz. Dönüş âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. Ona hesap vereceğiz.
Bu gecede Kaza namazları dışında, 12 rekât nafile namaz kılmak da çok faziletlidir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bu yolculuğunda ibret verici kıyamete kadar olacak, dünya ve ahiret hayatımızla ilgili olaylara da şahit olmuştu.
“Bu yolculuğunda sağ ve sol tarafından Ya Muhammed diye sesler duymuş. Cabrail (a.s.) hiç birine cevap vermemesini söyler. Önüne çok güzel bir kadın çıkmış, ona iltifat etmemiş. Sonra çok kuvvetli bir ses işitmiş biraz korkmuş. Turi sinaya geldiklerinde; Delikanlı, güzel giyinmiş bir kişi “Sana müjdeler olsun, bütün hatırlar sende ve senin ümmetindedir.” deyince, Efendimiz (s.a.v)’de “Elhamdülillah” der. Tur-i Sina’da Cebrail (a.s.)’dan bu karşılaştıkları şeyleri açıklamasını istediğinde:
“Bu yolculukta sağ taraftan işittiğin ses Yahudi, sol tarafından işittiğin sesin Hristiyan sesi olduğunu, eğer bunlara cevap verip iltifat etseydin, ümmetin senden sonra, Yahudi ve Hristiyan olacaktı. Karşına çıkan güzel kadın ise dünyayı temsil ediyordu. Ona iltifat etseydin, ümmetin dünyayı çok sevecekti. O işittiğin ve korktuğun ses te, cehennemden kopan bin yıldır düşmekte olan taşın cehennemin dibine ulaşmasıdır. Taşın ortasında bir delik vardı, delikten su çıkıyor yine aynı yere girmeye çalışıyor, ama giremiyordu. Bu da insanın ağzı misalidir, su da sözdür. Nasıl ki bir söz ağızdan çıkarsa tekrar geri gelmez. Yolda gördüğün güzel giyinmiş delikanlı da İslam dinini temsil ediyordu. Yine bu yolculukta Efendimiz (s.a.v) bir kişiye daha rastlamış, adam odun yükünü sırtına almaya çalışıyor, alamıyor, gidip tekrar odun getirip, yükün üzerine koyuyor. Cebrail (a.s.) bu kişinin dünyada harisce mal toplayıp yemeğe kadir olamayan, malı toplayıp kanaat etmeyen kişi olduğunu söylüyor. Daha sonra bir adamın zorla kuyudan su çekerken görür, su kovası, kuyunun ağzına geldiğinde boş olur. Cebrail (a.s.) bu kişi, riya ile amel edendir. Zahmet edip amel eder, kıyamet günü eline bir şey geçmez.
Bir aylık mesafede olan Mescidi Aksaya geldiğinde bütün peygamberlere iki rekât namaz kıldırmış. Buraya gelirken yolda kendisine üç kadeh sunulmuş, kadehlerde süt, su ve içki vardı. Efendimiz (s.a.v.) süt dolu kadehi içer. Kulağına iyi bir iş yaptın ya Resulellah diye bir ses geldi. Cebrail (a.s.), eğer suyu içseydin ümmetin Nuh (a.s.) kavmi gibi helak olacaktı. Eğer içkiyi alıp içseydin, ümmetin senden sonra asi olup dalalete düşerdi. Eğer sütün hepsini içseydin, ümmetinin hepsi cennete girerdi.
Cebrail (a.s.) ile birlikte yaptıkları bu yolculukta bütün sema katlarında kapılar çalındığında, görevli melekler kimsiniz, yanınızdaki kim, mirac daveti varmı? denilince Cebrail (a.s.) kendisini ve yanındakinin Mirac daveti alan Allah’ın habibi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) olduğunu bildirmiş ve bütün kapılar ardına kadar açılmış. 1. Kat Semada Hz. Adem (a.s.) karşılaşmış, selamlaşıp kucaklaşmışlar Hz. Adem (a.s.), “Hoş geldin, sefa geldin salih evlad, salih peygamber” der. Adem (a.s.) sağında ve solundaki bir takım karartılar var, sağına bakıyor seviniyor gülüyor, soluna bakıp üzülüyor ağlıyor. Bunlar sağındakiler cennetlik olanlar, solundakiler de cehennemlik olan zürriyetinden ruhlardı. Bu sema ehli melekler çok kalabalık Kıyam halinde idi. Tebareke mülk suresini okuyorlardı. 2. Kat Semada kırmızı yüzlü düz saçlı, yüzünde benleri bulunan orta boylu yüz itibariyle sahabeden Urve b. Mesud (r.a.) benzeyen teyze çocukları Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Yahya (a.s.) ile karşılaşır, bu sema ehli de Rüku halinde, Yasin suresini okumakta. 3. Kat Semada ise yüzü dolunay gibi parlayan güzellik timsali Hz. Yusuf (a.s.) ile karşılaşır. Bu sema ehli de hep Secde halinde, Fatır suresini okumaktadır. 4. Kat Semada da Hz. İdris (a.s.) ile karşılaşmış. Bu semanın kapısında Kelimei Tevhid yazılı. Azrail (a.s.) bir rivayette 2. Kat semada bir rivayette de 4. Kat semada bulunmaktadır. Efendimiz (s.a.v), Herkesin canını senmi alıyorsun dediğinde, Emrinde sayısını Allah’ın bildiği kadar pek çok melek var, onlar canlarını boğazına kadar getirirler ben buradan elimi uzatır ruhunu kabzederim. Nerede olursa olsunlar. Der. Bu gök ehli de Vettur suresini okuyordu.
Beşinci kat Semada ise, Ak saçlı sevimli yüzlü, gür sakallı Hz. Harun (a.s.) ile karşılaşır, selamlaşır. Bu sema ehli de Vakıa suresini okuyordu.
Altınca kat Semada da, esmer, uzun boylu kuru vücutlu, saçları kıvırcık Hz. Musa (a.s.) ile karşılaşır. Hz. Musa (a.s.) Efendimizi kucaklar iki gözü arasından öper. Sonra, seni bana gönderen Allah’a hamdolsun. Bu gece Allah’u zülcelalle müşerref olacaksın, zaif ümmetini unutma, sana ne ihsan olursa, ondan ümmetine de iste der. Efendimiz (s.a.v) yanından ayrılırken Hz. Musa (a.s.) ağlar. Sebebini sorunca da: “Bunun ümmetinden benim ümmetime nazaran çok kişi cennete girecektir” der. Bu sema ehlide Vakıa suresini okumaktadır.
Yedinci kat Semaya geldiklerinde de, sırtını Beytül Mamura dayamış bir vaziyette Hz. İbrahim (a.s.) ile karşılaşır. Selamlaşır, kucaklaşırlar. İbrahim (a.s.): “Hoş geldin, salih kardeş, salih peygamber der, bazı tavsiyelerde bulunur. Efendimize (s.a.v.): “Ümmetine söyle cennete çokça ağaç diksinler” deyince. Nasıl ağaç dikilir? O da: “Sübhanallahi velhamdulilllahi vela ilahe illallahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil aziym” desinler.
Bu semanın kapısında da “Kelime-i Tevhid ile birlikte Ebubekir-i Sıddîk’in ismi yazılıdır. Bu sema ehline de ezan ve kamet getirdikten sonra, diğer semalarda olduğu gibi iki rekât namaz kıldırır. Bu sema ehli de Haşr suresini okumaktadır. (Peygamberler Tarihi sh. 492; Tecridi sarih, 3. Cilt, sh. 56)
Büyük islam âlimi Ebulleys Semerkandi’nin rivayetinde, Cenâb-ı Hak 7 kat gökleri yarattıktan sonra, onları meleklerle doldurdu. Onları ibadetle emreyledi. Her kattaki meleklerin ibadeti ayrı, bir kısmı kıyamda, bir kısmı rükûda, bir kısmı secdede, bir kısmı kanatlarını açıp indirmek suretiyle, illiyyun ve arşı ala melekleri arşın etrafını tavaf ederek, bir kısmı da yerdekilerin affı için dua derler. Cenâb-ı Hak hepsini toplayarak Namaz ibadetini meydana getirdi ve Mirac gecesinde Efendimiz (s.a.v)’in zatında ümmetine farz kıldı. Peygamberimiz (s.a.v.): “Namaz müminin miracıdır” buyurarak 5 vakit namazı hakkıyla adap ve erkânıyla kılanların bu sevaba erişeceğini bildirmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cebrail (a.s.) ile birlikte Sidretül Münteha Hudut Ağacına geldiklerinde, bu ağacın dibinden ikisi yüzeyden Fırat ve Nil ikisi de derinden, Cennetten rahmet ve Kevser nehirleri akıyordu. Bu ağacın meyveleri küp gibi, yaprakları da filkulağı gibi idi. Efendimiz (s.a.v.) burada kâinatın ve insanlığın mukadderatını yazan kalemlerin çıkardığı sesleri işitir.
Bundan sonra Efendimiz (s.a.v.) yolculuğuna yalnız devam eder. Cebrail (a.s.)’a izin buraya kadardır. Aksi takdirde mahvolurdu. Burdan öteye ancak Allah’ın Habibine müsaade vardı. Refref adındaki başka bir vasıta ile yolculuğuna devam eder. Arş ve Kürsüyü görür. Arşı Âlâda dört satırlık bir yazı görür. Birinci satırda “Her kim beni zikrederse bende onu zikrederim.” İkinci satırda “Her kim beni severse bende onu severim.” Üçüncü satırda “Her kim verdiğim nimetime şükrderse, nimetimi artırırım.” Dördüncü satırda da, “Her kim dua ederse duasını kabul ederim.”
Efendimiz (s.a.v.) Cennet ve Cehennemi gördükten sonra, Cenâb-ı Hakkı aynel yakin baş gözüyle de görür. Görünce, onun azameti karşısında: “Ettehiyyatü lillahi vesselavatü vettayyibati, Dil, beden, mal ile olan ibadetlerin hepsi yalnız Allah’adır. Dua da O’na dır” der. Cenâb-ı Hakk’da buna mukabil: “Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekatühü.” Ey Nebim, Allah’ın bereketi, rahmeti, selamı senin üzerine olsun.” Buyurdu. Resullullah (s.a.s.) de: “Esselamü aleyna ve ala ibadillahissalihiyn” “Selam benim üzerime olduğu gibi salih mümin kullarınında üzerine olsun” dedi. Cenâb-ı Hak ile Habibi arasındaki ilahi sohbeti gören Cebrail (a.s.) ve bütün melekler bulundukları yerden hep beraber “Eşhedü enlailahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resülühü” “Biz şehadet ederiz Allah’dan başka ilah yoktur. Yine biz şehadet ederiz ki Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Allah’ın kulu ve Resulüdür.” İşte günde 5 vakit namazlarda bu duayı okuyonlar aynı hadiseyi hatırlar ve yaşarlar.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Cenâb-ı Hakk’a: Ya Rabbi, Cebrail (a.s.) altıyüzbin kanat verdin, buna karşılık bana ne verdin? Cenâb-ı Hakk’da: “Senin bir kılın bana Cebrail (a.s.)’ın altıyüzbin kanadından kıymetlidir. Senin bir kılın sebebiyle binlerce asi kulumu bağışlarım.
Ya Rabbi! Pederim Adem (a.s.)’ı cennete koydun. Buna mukabil bana ne verdin? Cenâb-ı Hakk: “Onu cennete koydum ve çıkardım. Seni ve ümmetini cennete kor ebediyen çıkarmam.
Ya Rabbi! İbrahim (a.s.) için Nemrut’un ateşini gülistan kıldın?
Habibim, Cehennem ateşini sana ve ümmetine gülistan ederim.
Ya Rabbi! İsmail (a.s.)’a zemzem verdin?
Habibim, sana da kevseri verdim.
Ya Rabbi! Musa (a.s.)’ı kavmiyle denizden geçirdin, ayakları bile ıslanmadı?
Habibim. Yarın ümmetini Cehennemin üzerinden sırattan öyle geçiririm ki, kimsenin bir tüyü bile zarar görmez.
Ya Rabb! Süleyman (a.s.)’a mülk verdin?
Habibim, sana da Cennet mülkünü verdim.
Ya Rabbi! İsa (a.s.)’ gökten sofra indirdin?
Habibim! Ümmetine de kıyamette veririm. Buyurdu. Efendimiz (s.a.v.) Cenâb-ı Hak ile bir rivayette 19 bin kelam, başka bir rivayette de doksanbin kelam konuştu.
Cenneti alayı gezdiğinde: 1- Darül celal’in ak inciden, 2- Darüs-selamın kızıl altından, 3- Darül karar’ın, misk ve kafurdan, 4- Darül Huld’un, yeşil zebercedden, 5- Cennetül Firdevsin, kızıl yakuttan, 6- Cennetül Mevanın, sarı mercandan, 7- Cennetül Adn’ın, ak inciden, 8- Cennetül Neimin, ak gümüşten yaratıldığını görür.
Efendimiz (s.a.v.) Cennette önünde bir ses işitir. Bu sesi sorduğunda, Cebrail (a.s.) müezzinin Bilali Habeşinin ayak sesi dedi. Efendimiz (s.a.v.) bu durumu Bilal’e (r.a.) sorduğunda, O da: “Ya Resulallah fazladan bir amelim yok. Ancak her abdest bozduğumda yeniden abdest alır, iki rekât namaz kılarım” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) de: “İşte seni önümde yürüten bu amelindir” buyurdular.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) miraçta ayrıca şunlarla da karşılaşmıştır:
Bir cemaat görür, ekin ekerler, bir anda yetişip başak verir. Cebrail (a.s.)’e sorduğunda: Bunlar Allah için ibadet edenlerdir” buyurur.
Bir cemaate rastladım, melekler onların başlarını ezmekte fakat başları tekrar eski halini almaktadır. Bunlarda, Cuma namazını ve cemaati terk eden ruku ve secdeleri tam yapmayanlardır.
Başka bir cemaat daha gördüm, aç ve çıplak idiler. Zebaniler onları cehenneme sürüklüyorlardı. Bunlar da, fakirlere merhamet etmeyen ve zekatını vermeyenlerdir.
Bir cemaate daha rastladım. Önlerinde tertemiz nefis yemekler varken, yanlarındaki leşleri yiyorlardı. Bunlar da, helal dururken haramı yiyenlerdi.
Bir başka topluluk daha gördüm. Ateşten makaslarla dillerini ve dudaklarını kesiyorlar, ama yeniden çıkıyordu. Bunlar da, devlet adamlarına yaltaklık edenlerdi.
Yine bir kısım insanlar gördüm. Etlerini kesip yiyorlardı. Bunlar gıybet edenler ve söz taşıyanlardı.
Yine bir kısım insanların üst dudakları alınlarına erişmiş, alt dudakları ayaklarına sarkmış, ağızlarından kan ve irin akıyor, onlara ateşten kadehlerle Cehennemden akan zehirli kan ve irin içiriyorlar. Eşekler gibi de anırıyorlardı. Bunlar da, içki içenlerdi.
Yine bir kısım insanların, dilleri kafalarından çekilmiş, hınzır suretinde azap olunuyorlardı. Bunlar da, yalan yere şahitlik edenlerdi.
Yine bir kavim gördüm, karınları şişmiş, yerlerinden kalkamıyor, el ve ayakları bağlı idi. Bunlar da, faiz yiyenlerdi.
Yine bir kısım halkı, melekler ateşten bıçaklarla boğazlıyor, tekrar diriliyor, tekrar boğazlanıyor. Bunlar da, haksiz yere cinayet işleyenlerdi.
Yine bir topluluk gördüm, Cehennem vadilerinde haps olunmuşlar, ateş onları yakıyor. Bunlar da, anne ve babalarına asi olanlardı.
Yine bir topluluk gördüm, melekler onları ellerindeki tokmaklarla dövüp azap ediyorlar. Bunlar da, çalgıcı ve şarkıcılardı.
Yine bir güruh daha gördüm, kulaklarından, burunlarından ve ağızlarında ateş çıkıyor. Melekler ellerindeki yetmiş budaklı tokmaklarla adamları dövüyor. Bunlar da Münafıklardı.
Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de İsra suresinde de insanları fert ve cemiyetleri kurtuluşa erdirecek ilahi emir ve yasaklarını beyan etmiş bizlere en doğru yolunu göstermiş, saadet ve mutluluğun anahtarını göstermiştir. Bu ilahi emir ve yasakların bir kısmı şunlardır.
1-Allah’a hiçbir şeyi eş, ortak koşmamak. Allah’dan başkasına kulluk etmemek.
2-Anaya babaya itaat etmek, onlara güzel davranmak.
3-Kimsesizleri gözetmek, onlara yardım etmek.
4-Malımızı harcamada israfa düşmemek gelişi güzel mal harcamamak.
5-Fakirlik korkusuyla çocuklarımız, doğmadan veya doğduktan sonra çeşitli yollarda katletmemek.
6-Aileleri yıkan, cemiyeti parça parça eden Zinaye yaklaşmamak.
7-Haksız yere adam öldürmemek, cana kıymamak.
8-Yetimlerin malına göz dikmemek, onlara iyi muamele etmek.
9-Verdiğimiz sözleri yerine getirmek.
10-Ölçü ve tartılarımızı doğru yapmak, hileye baş vurmamak.
11-Bilmediğimiz şeyin peşine düşmemek, bilmediğimiz hususlarda körü körüne konuşmamak.
12-Yeryüzünde kibir ve azametle, böbürlenerek yürümemek.
13-Namazlarımızı dosdoğru kılmak.
14-Kur’an-ı Kerimi ağır ağır, tane tane okumak.
15-Allah’a hamd etmek, yalnız onu büyük tanımak.
İsra suresindeki bu ilahi emirler, insanlığın bütün ızdıraplarını dindirecek, onları huzur ve mutluluğa kavuşturacak Rabbani hükümlerdir.

Mirac Gecesi Namazı
12 rekattir. İki rekatta bir selam verilerek kılınır. Her rekatta Fatiha’dan sonra 10 defa İhlas suresi okunur. Namazın sonunda da 100 defa Estağfirullah, 100 defa da, Subhanallahi velhamdulillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber, vala havle vela kuvvete illa billahil aliyyil aziym denir. Yatsıdan imsak vaktine kadar kılınabilir.
Miraciye Geleneği
Osmanlı toplumunda, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Miraca çıktığı gece, Recep ayının 27. Gecesine münhasır bir de miraciye okuma geleneği vardı. Günümüzde de kısmen devam ettirilen bu gelenek için geçmişte ecdadımız özel vafkiyeyeler düzenlemiş, kurulan bu vakıflardan üçü İstanbul’da biri de Bursa’da idi. Bu vakıflarda beste ve güftesini Nayi Osman Dede’nin (öl. 1729) yaptığı miraciye okunur. Bu merasimler İstanbul ve Bursa’da icra edilirdi. Gelen misafirlere izzet ve ikram edilirdi. (Mustafa Kara, Mirac, Miraciye, Bursalı Safiye Sultan Vakfiyesi, Uludağ Ünv. İlahiyat Fak. Dergisi, sayı 7, c. 7, Bursa 1998, sh. 38)
Mevlid Merasimleri
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in doğum günü olan 12 Rebiülevvel Mevlid kandilini asırlardan beri Müslümanlar kutlamaktadır. Efendimiz (s.a.v) Mekke’deki doğduğu ev, Medinedeki kabri saadetleri hep ziyaret edilmektedir. Bu ziyaret ve kutlamalar daha sonraki asırlarda gelişerek, değişerek devam etmiş, ortak bir adla “leyletül mevlid yada mevlüdün Nebi” olarak günümüze kadar gelmiştir. Türkiyede de kutlu doğum haftası olarak çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır.
Kaynaklara göre Mevlid merasimini devlet eliyle ilk defa Selçuklular döneminde Irak, Erbil atabeyi Muzafferüddin Gökböri (1190-1233) başlatmıştır. Haçlılara karşı büyük bir mücadele veren Selahaddin Eyyubi’nin eniştesidir. Peygamberimize (s.a.v.) duyduğu derin sevgi ve muhabbetten dolayı, büyük harcamlar yaparak her yıl mevlid merasimleri düzenlemşitir. Değerli devlet adamları, ilim adamları, sufi ve alimler halk davet edilir. Kur’an-ı Kerim, vaazu nasihat, ilahi ve kasideler, zikirler ve dualarla izzet ve ikram yapılırdı. Fener alayları düzenlenir, fakir fukara sevindirilir, fakih, vaiz, sufi, kura, ve şairlere Hilatlar giydirilir, hediyeler dağıtılırdı. Bu merasim için de özel bir tahsisat ayırmıştı. (İbn Hallikan, Ebul Abbas Şemsedden b. Muhammed, Vefayatül, A’yan, Beyrut 4/116-119; Corü Zeydan, Medeniyeti İslamiye Tarihi, Çeviren Zeki Megamiz İstanbul, 1330, 5/250-251)
Osmanlılar zamanında da kutlamalara büyük önem verilmiş padişah 2. Selim (1566-1574) zamanında camiler aydınlatılıp minarelerde kandiller yakılmış, kandil geceleri diye anılmaya başlamıştır.
Bugün birçok dile çevrilmiş olan ve memleketimizde de mübarek gün ve gecelerde, doğum, ölüm, sünnet, evlilik, hayırlı işlerde, askerlik, büyük musibet ve belalardan kurtulma vs. de severek ve sevilerek okunan “vesiletün necat” Mevlid-i Şerif, halkımızı daima birleştirmiş büyük bir moral kaynağı olmuştur.
Çünkü mevlidi şerifte, Allahı zikir, Resulullah’a salat ve selam,dua, Allah’ın varlığı, Efendimizin doğumu, miracı, vefatı, Cenab-ı Hakka tazarru ve niyaz o kadar güzel dile getirilmiş ki, güzel sesli hocalarımızın, değişik makam ve usullerde icrâ edişi insanlarımızı asırlardan beri mest etmiştir.
Zaten bu mevldi şerifin yazılmasına da şu olay sebap olmuştur. Yıldırım Beyazid Han’ın Bursa ‘da Niğbolu zaferi sonrası yaptırdığı Ulu Cami’de İranlı bir vaiz konuşmasında Bakara suresinin 285. Ayetini tefsir ederken “Biz O peygamberler arasında bir fark gözetmeyiz” ayetini Hz. Muhammedi (s.a.v.) Hz. İsa (a.s.)’dan üstün görmediğini söyler. Cemaat arasında bulunan birçok alim hoca efendiler bu yoruma karşı çıkarlar. Cemaat ikiye bölünür. Arap asıllı bir hoca efendi alim, İranlı vaizin bu yorumunun yanlış olduğunu Tefsir ilminde eksikliği bulunduğunu, ayetlerin nasih ve mensuhundan, muhkem ve müteşabih ayetlerden haberiniz yokmu? Burada Peygamberler arasında fark yoktur demekten ilahi maksat, risalet emri ve nübüvvet hususundadır. Yoksa fazilet hususunda değildir. Eğer öyle olsaydı, Cenab-ı Hak: “O Peygamberlerin kimini kiminden üstün meziyetler verdik” (Bakara suresi, 253) dermiydi. Diyerek İranlı hocaya gereken cevabı vermişti. Buna rağmen cemaatin ikiye bölünmesi bir tarafın İranlı vaize destek vermesi üzerine Arap asıllı âlim hoca efendi, İslam dünyasının o günkü büyük ilim merkezlerine giderek, Mısır, Bağdat, Şam, Halep, Arabisten civarındaki âlimlerden fetvalar alarak, İranlının yanlış düşündüğünü tevde edip, imanını tazelemesini aksi takdirde küfür olduğunu ve ölümü gerektiği cevabını getirmişti.
Bütün bu gelişmelere şahit olan Ulu Camii İmamı Süleyman Çelebi büyük bir aşk ve şevkle bu mevlidi şerifi kaleme alır. İranlı vaizin sözlerine de:
“Ölmeyüp İsa göğe buldu yol,
Ümmetinden olmak içindi ol.” beytini söyler ve devam eder.
Hem dahi Musâ elindeki âsâ,
Oldu onun izzetine ejderha,
Çok temenna kıldılar Hak’dan bular,
Ki Muhammed ümmetinden olalar.

Gerçi kim onlar dahi mürsel dürür,
Lâkin Ahmed Efdalü ekmel dürür.
Zirâ efdalliye ol elyak durur,
Onu öyle bilmeyen ahmakdurur. (Gelibolulu Mustafa Âli Künkül Ahbar, İstanbul 1277, V/115)
Osmanlı sultanları da özel merasimler tertiblemişler, Bilhassa Mevlid kandilinde İstanbul Sultan Ahmed camiinde devlet protokolünün de hazır bulunduğu büyük merasimler icra edilir. Camiler kandillerle donatılır, fakir fukara sevindirilirdi. 1910 yılından itibaren de resmi tatil ilan edilmiş, Osmanlı topraklarında resmi törenlerle kutlanmış, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar devam etmiştir. (Osmanlı Türkiyesinde Gündelik hayat adet ve gelenekler, Çev. Mefkure Poroy, İst. 1973, sh. 126)
Ebubekir TANRIKULU

Yorum gönder

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.